Jordan Peele, Get Out ile yakaladığı ivmeyi Us ile bambaşka bir boyuta taşıyor. İlk filmindeki toplumsal eleştiriyi doğrudan bir merkezde sunan Peele, bu kez izleyiciyi daha evrensel bir korkuya yöneltiyor: Kendimizle yüzleşme korkusu. Daha ilk dakikadan bir şeylerin yolunda gitmeyeceğini hissettiren film, gerilimi dozunda yükselterek hem düşündürmeye itiyor hem de yüksek seyir zevkiyle unutulmaz anlar yaşatıyor.

🎭
Yazı, Us filmine dair spoiler içermeyecek.

Sıradanlıktan uzak 

Us’ın konusunu anlatmak kolay değil çünkü Peele’nin kurduğu evren, izleyiciye sürekli ters köşe yaşatıyor. Ancak şunu söylemek mümkün; film, sıradan bir aile hikâyesinden yola çıkıyor ama giderek karanlık, ürkütücü ve benzersiz bir anlatıya bürünüyor. Olayların gelişimi tahmin edilebilir olmaktan çok uzak. Bu da filmin en güçlü taraflarından biri. Peele, klişelere başvurmadan korkunun kaynağını sürekli yeniden tanımlıyor.

Filmimiz, merkezine Wilson Ailesi'ni alarak başlıyor. Tatil için gittikleri sahil kasabasında sıradan bir gün geçirirken, gece olduğunda kapılarında beklenmedik misafirler beliriyor. Ancak bu misafirler, tanıdık yüzlerden oluşuyor. İşte tam da bu noktada hikâye, sıradan bir korku filminden çok daha derin ve rahatsız edici bir noktaya evriliyor. Peele, izleyiciye "Ya kendi kopyanız kapınıza dayanırsa?" sorusunu sordurtarak hem gerilimi hem de merakı sürekli canlı tutuyor.

Gölgeler ve gerçekler

Lupita Nyong’o, belki de kariyerinin en güçlü performanslarından birini burada sergiliyor. Hem kırılgan hem güçlü hem de korkunç yanlarını aynı anda gösterebilmesiyle izleyiciyi ekrana kilitliyor. Yanında ona eşlik eden Winston Duke ve çocuk oyuncuların da, filmin tonunu dengeler biçimde, ağzı açık bıraktıracak performanslar sunduğunu söylemek mümkün. Karakterlerin sıradan aile dinamiklerinden korku atmosferine geçişleri oldukça doğal hissettiriyor. Bu da filmin hem gerçekliğini hem de ürkütücülüğünü daha da artırıyor.

Tadında gerilim

Korku sinemasında sık yapılan hatalardan biri, ya aşırı jumpscare kullanımı ya da gerginliği yeterli oranda sürdürememek oluyor. Us, bu ikilemden ustaca sıyrılabilen nadir bir yapım. Peele, seyirciyi ne zaman rahat bırakması, ne zaman sıkıştırması gerektiğini çok iyi çözmüş. Özellikle bazı sahnelerde, gerilimin yükselmesiyle birlikte atmosferin tamamen farklı bir şeye evrildiğini görmek oldukça etkileyici.

Us’ın en dikkat çeken yönlerinden biri, özgünlüğü. Pek çok korku filminde aynı ya da çok benzer hikâyelerin yeniden ısıtılıp önümüze sürüldüğünü görürüz. Burada ise anlatının kendisi kadar, işleniş biçimi de farklı. Henüz çaylak bir korku sineması izleyicisi olarak tanımlıyorum kendimi ve şimdiye kadar hikâyesiyle beni Us kadar şaşırtan pek bir işe rastlamadım. Daha çok korkutanına rastlamıştım; onu da şurada konuştuk zaten...

“Kökendeki Lanet”: Hereditary (2018)
Ari Aster’ın ilk uzun metrajlı eseri olan ‘Hereditary’, yalnızca bir korku filmi değil; nesiller arası aktarılan travmaların ve kontrolden çıkan bir kaderin çaresiz hikâyesi.

Peele’nin kamerası, sıradan mekânlara dahi tehditkâr bir atmosfer kazandırabiliyor. Bu da filmi sadece korkutucu değil, aynı zamanda görsel olarak da fazlasıyla dolu bir deneyim haline getiriyor.

Alt katmanlar

Get Out izleyenlerin fark edeceği bir nokta var: Peele’nin hikâyelerinde ırkçılık teması bir şekilde hep yerini buluyor. Us’ta ise bu, doğrudan merkeze oturtulmuş bir kavram değil. Daha çok küçük motifler ve detaylarla arka planda hissettiriliyor. Bu tercih filmi doğrudan politik bir metin ve Get Out’un izlerini takip eden bir yapım olmaktan çıkarıyor ve daha evrensel bir korku öyküsüne dönüştürüyor.

“Bir Fincan Korku”: Get Out (2017)
Jordan Peele’nin tüyler ürpertici ilk yönetmenlik denemesi, kız arkadaşının ailesiyle tanışmaya giden genç bir adamın hikâyesini, korku sinemasının başarılı bir örneği haline getirirken aynı zamanda sırtında karanlık bir toplumsal eleştiriyi de taşıyor.

Ayna karşısındaki tehlike

Filmin merkezinde aslında çok insani bir korku yatıyor: Kendi yansımanızla yüzleşmek. Peele, bu metaforu farklı katmanlarla desteklemiş. Ayrıca yönetmenin psikolojik gerilim yaratma konusunda da fazlasıyla başarılı işlere imza attığına bu yapımla birlikte emin oldum. Filmlerini izledikten sonra bir süre kafanızdaki soru işaretlerini çözmeye çalışıyorsunuz. Bu, korku ya da gerilim türünde çok fazla karşılaşabildiğimiz bir durum değil. İzleyici bir yandan hikâyeyi takip ederken bir yandan da şununla boğuşuyor: "Eğer en büyük düşmanım aslında kendim isem, bundan nasıl kaçabilirim?” Aslında bu soruya sadece fiziksel bir tehditmiş gibi de bakmamak lazım bence...

İzlerken, ne olacağını tahmin etmeye çalışmak neredeyse imkânsız. Peele, her yeni gelişmede farklı bir kapı aralıyor. Bu da iki saatlik sürenin bir an bile sıkıcı gelmemesini sağlayan çok önemli bir faktör. Sürükleyici anlatı, hem gerilimin devamlılığını koruyor hem de seyirciyi tetikte tutuyor.

Atmosferin realitesi

Us’ın içimize işlemesinde sadece hikâye değil, görüntü yönetimi ve müzikler de büyük rol oynuyor. Özellikle bazı sahnelerde müzik kullanımı, gerilimi iki kat artırıyor. Kameranın basit bir hareketle bile tehdit yaratabilmesi, kamera arkası becerisinin altını çiziyor. İzleyici olarak filmin içinde bir an bile yalnız hissetmiyoruz. Tüyler ürperten şey de bu zaten. 🥶

Bu yalnızca korku yaşatmayı amaçlayan bir film değil. İzleyicinin filmden çıktıktan sonra da bir şeyleri sorgulamasını istiyor. Hatta belli metaforlar ve yerleştirilmiş twistler, filmi ikinci kez izlemeye teşvik ediyor. Bu da Us’ı, tek seferlik bir korku deneyiminin ötesine taşıyor.

Özetlemek gerekirse Us, sadece türün hayranları için değil, farklı bir sinema deneyimi arayan herkes için önerilebilecek bir yapım. Gerilimi ustaca kuruyor, güçlü oyunculuklarla destekliyor ve sıradanlıktan uzak durarak özgün bir yol çiziyor. Jordan Peele, ikinci filmiyle de korku sinemasında ne kadar güçlü bir imza atabileceğini kanıtlıyor. Eğer bir gün cesaretimi toparlayabilirsem bu sefer Us’ı başka bir açıdan izlemeyi planlıyorum. Size tavsiyem; izlerken hiçbir karakteri benimsemeyin. 🙃🤫

Paylaş