Son zamanların en çalışkan ekibi... Elbette The Bear ailesinden bahsediyorum ama bu sefer arka plandaki çalışanları da dahil etmek lazım. Kimilerinin iki üç yılda anca ortalama bir sezon çıkartabildiği şu şımarık dizi sektöründe, iyisiyle kötüsüyle her yıl izleyicisine sıcak sıcak on bölüm sunan The Bear ekibi, tartışmalı da olsa yepyeni bir yeni sezonla daha bizimle. 

🍽️
Yazı, The Bear dizisinin 4. sezonuna dair spoiler içerecek.

Belgesel tadında bir durağanlık

Dördüncü sezonun ilk birkaç bölümü, neredeyse bir yemek belgeseli havasına bürünüyor. Evet, yine. Uzun uzun kesilen sebzeler, detaylı tabaklamalar, sessiz planlar… İlk başta estetik olarak etkileyici görünse de, o kaotik "Bear" enerjisinden uzaklaşmak dizinin ruhuna aykırı bir olay.

Ve yine diye belirtiyorum çünkü bu, bana kalırsa dizinin üçüncü sezonunda yavaş yavaş edinmeye başladığı bir alışkanlıktı ve hâlâ daha ısrarla sürdürüldüğünü görüyoruz. Belki de dizinin kaotikliğini dengelemek adına tercih edilen bir metot fakat, dağılımının doğru yapılıp yapılmamış olması konusunda şüphelerim var. Özellikle sezonun açılışındaki bu durağan tempo, üçüncü sezondaki dağınıklığın üzerine biraz soğuk duş etkisi yaratıyor. Fakat neyse ki bu estetik takıntı, sezonun ortalarında yavaşça yerini eski ritmine bırakıyor.

Aslında bu tercih, karakterlerin iç dünyasındaki sıkışmışlığın bir yansıması da olabilir. Carmen’in hâlâ Michael’ın gölgesinde yaşıyor olması, Sidney’nin hem bir kararın hem de artık hayal kırıklığının eşiğinde olması, Richie’nin hataları yüzünden kaybettiği insanlar ve hala bunun etkileriyle yüzleşiyor oluşu ve Natalie’nin lohusalığıyla beraber gelen bastırılmış kaygıları bu yavaş ritimde yankı buluyor. Ama zaten The Bear bize hiçbir duyguyu uzun süre tek başına yaşatmıyor. Ne zaman nefes alamayacak gibi olsak, o bilindik mutfak gürültüsü ya da başka bir trajedi imdadımıza yetişiyor. 🥶

Bir saatlik yara bandı: Bear'ler

Sezonun tartışmasız en başarılı bölümü; Bear’ler, yani Tiff’in düğünü. Uzun bir bölüm, ama bir dakikası bile boş değil. Sarah Paulson, Jamie Lee Curtis, Bob Odenkirk, Brie Larson gibi isimlerin bir araya geldiği bu bölümde yine bir yıldız tutulması yaşanıyor. Tıpkı ikinci sezonun unutulmaz yemek bölümü Fishes'ta olduğu gibi; anlatılan her olay, var olan her karakter hikâyeye gerçek anlamda katkı sağlıyor. 

Michael’ın hayaleti bu bölümde de kol geziyor. O yok ama her şeyde izi var. Düğün gibi neşeli bir ortamda bile onu konuşmak, onun yarattığı hasarın hâlâ bitmediğini gösteriyor. Belki de bu sezonun asıl konusu bu; geçmişin izleri silinmiyor, sadece üzerine yeni katmanlar ekleniyor. Ve The Bear bu katmanları hamur açar gibi, ustalıkla açıyor izleyici için.

Michael’ın gölgesinde

Dizinin belki de en güçlü ve aynı zamanda en yıpratıcı yönü, Michael’ın ölümünün dört sezondur hâlâ ana tema olması. Birçok yapım bu kadar süre aynı mevzu üzerinden dönüp durduğunda sığlaşır ama burada tam tersi oluyor. Her karakterin yasla baş etme biçimi o kadar farklı ve gerçek ki, izledikçe sadece Michael’a değil, kendi kayıplarımıza da yanıyoruz. Özellikle Carmy’nin kontrol takıntısının temelinde bu ölümün yattığını görmek, onun her krizinde yeniden yüzümüze çarpıyor bu gerçeği.

Sezonun son bölümünde yaşanan tartışma bu temayı daha da derinleştiriyor. Yas sadece ağlamak değil. Bazen yalnızca kontrolümüz dışında gelişen olaylar karşısında nefes almayı hatırlamaya çalışmak, ya da sevdiklerimizin önemli anlarda bizleri yalnız bırakmayı tercih etmesiyle nasıl başa çıkacağımızı tartmak olabiliyor. Bazen işine dört elle sarılmak. Bazen de hiçbir şey yapamamaktan kaynaklı ortaya çıkan suçluluk duygusunu bastırmaya çalışmak. Daha çok madde ile de genişletilebilecek bir liste bu ve The Bear bu duyguları öyle sade, öyle incelikli veriyor ki anlatmak yeterli değil, gerçekten hissetmiş olmak gerekiyor.

Geri sayım...

Jimmy Amca'nın başlattığı geri sayım restoran için sadece finansal bir tehdit değil. Aynı zamanda izleyiciye de hissettirilmek istenen bir gerilim. Sezonun başında bu saat kuruluyor ve biz her bölümde o sona bir adım daha yaklaşıyoruz. Fakat tıpkı karakterler gibi bize de bunu unutmak yok. Sezonun sonunda zaman dolduğunda ise tokat gibi bir gerçekle yüzleşiyoruz: Elbette ki sonraki sezon! 🥴

Bu sezonun finali, üçüncü sezonun kapanışına göre çok daha kontrollü, ama bir o kadar da yıkıcıydı. Her karakterin yüzünde bir şeyleri başaramamış olmanın burukluğu var. Sidney’nin geleceği belirsiz, Carmy’nin planları bu sefer gerçekten darmadağın, Richie ise ilk kez bir aidiyet kurmuşken başka bir düzene geçmek için yeniden başlamak zorunda. 

Tanıdık tatlar

Flashbackler, bu dizinin ustalıkla kullandığı bir anlatım biçimi. Bir fotoğrafla da olsa konuk olanlar, sevdiğimiz Luca Şef'in yeniden sahneye çıkışı, Marcus'un anıları, Natalie’nin annesiyle yaptığı nefes egzersizini hatırlaması gibi detaylar, dizinin belleğini ve elbette seyircinin zihnini diri tutuyor. İzleyiciye şunu söylüyor: "Unutma, bu insanlar sadece bugün yaşadıklarıyla var olmadı."

Michael’ın videoları, Natalie ve Carmy’nin anneleriyle olan geçmişi, hatta Marcus’un kapalı kapılar ardında yaşadığı duygular hep bu geçmişin parçaları. Ve her biri, bugünkü kaosun nedenlerini biraz daha anlamamıza yardımcı oluyor.

Tamam tamam, Emmy'ler yine sizin...

The Bear’ın dördüncü sezonu, bazı anlarda gerçekten yorucu. Üst üste konuşmalar, panik havası, beklentilerin sürekli ertelenmesi, izleyiciye de karakterler kadar tükenmiş hissettirebiliyor. Ama belki de bu dizinin izlenme sebebi de bu; sahici olmak. Her sezon bir acıya dokunuyor, her bölüm bir karakterin içine giriyor, her sahne bir başka yarayı kaşıyor.

Bu sezon diğerlerinden farklıydı, evet. Belki ritmi daha ağırdı, belki ilk birkaç bölüme katlanması biraz daha zordu. Ama yine de tüm dağınıklığıyla, tüm iç sıkıcılığıyla, tüm gerçekliğiyle dizinin, seyirciyle bugüne kadarki en derli toplu şekilde dertleştiği sezondu. Özellikle finaldeki Richie, Carmy, Sidney sahnesi, sadece sezonun değil, belki dizinin en iyi oyunculuk performanslarını içeren andı. Herkes bir noktada patladı ve herkes bir noktada haklıydı.

The Bear hâlâ bir yemek dizisi değil. Bir yas, bir aile, bir yaranın iyileşmesini, hayata yeniden adapte olmayı beklemenin hikâyesi. Dördüncü sezon, bu hikâyeyi biraz daha inceltti, biraz daha derinleştirdi. Beşinci sezonun nereye varacağını bilemiyorum ama bir şey kesin; bu son tartışmanın gürültüsü uzun bir süre kulaklarımızda çınlamaya devam edecek.

‘The Bear’ 5. Sezon Onayını Aldı
Yeni sipariş alındı; FX’in ödüllü mutfak draması, hikâyesine kaldığı yerden devam edecek.
Paylaş