İlk sezonu bitirdiğimizde hepimizin aklında aynı soru vardı: Wednesday bu kaotik hikâyeyi nasıl sonlandıracak? İkinci sezona geçişte Tim Burton’ın evreni yine tanıdık gotik detaylarla bezenmiş, yine son derece kasvetli ama bu sefer gözümüzü alamadığımız bir dünyaya dönüşmüş. İlk sezonda biraz yalnız bir yolculuğa çıkan Wednesday bu kez ailesiyle, onların geçmişiyle ve hiç bilmediğimiz sırlarıyla çevrilmiş durumda. İşte tam da bu noktada dizinin özü ortaya çıkıyor: Addams ailesi, kendi karanlığında aslında ne kadar da derin ve iç içe geçmiş bir destana sahipmiş.

🕷️
Yazı, Wednesday dizisinin 2. sezonuna dair spoiler içerecek.

Dizinin 2022 çıkışlı ilk sezonu daha çok Wednesday’in bireysel yolculuğuna odaklanmıştı. Fakat bu kez Morticia, Gomez, Pugsley ve hatta büyükannenin adımları Wednesday’in hikâyesini şekillendiriyor. İkinci sezonun ilk kısmından beri bizimle ama özellikle bu kısımda Morticia’nın annesi Hester ile arayı kapatmak sezonun en keyifli yanlarından biriydi. Sonuçta Hester hem Addamslar'ın geçmişini hem de Morticia’nın gizli yaralarını açığa çıkaran bir figür. Ve dolaylı yoldan da olsa bu sezon Catherine Zeta-Jones’u daha çok izlemiş olmak bana büyük keyif verdi. Isaac meselesi ise başlı başına üzücü, ayrıca Addamslar'ın gençken de uslu durmadığını kanıtlar nitelikte… Yine...

Pugsley ve Höpürtü

İlk sezonlarda biraz kenarda bırakılan Pugsley, bu defa daha çok sahne önünde; çünkü artık o da bir Nevermore öğrencisi. Arkadaş edinemeyen ve yalnızlığını kendine dost olarak bir "yarı-ölü" yaratıkla gidermeye çalışan Pugsley ve Höpürtü'nün dostluğunu izlemek hem çok tatlı hem de biraz ürpertici... Sonrasında Höpürtü’nün aslında Thing’in ilk sahibi çıkması, hikâyeyi en başından çok daha başka bir noktaya taşıyor. Bu tür detaylar da diziyi basit bir gençlik-gotik karışımından çıkarıp derin bir mitolojik hikâyeye hatta bazen de bir polisiyeye dönüştürüyor.

İlk sezonun unutulmaz karakterlerinden Tyler ise bu kez hiç beklemediğimiz bir bağla geri döndü. Höpürtü’nün; Thing’in asıl sahibi oluşu yetmezmiş gibi, Tyler’ın da dayısı çıkması, Addamslar'ın bu korku dolu evrenine ailevi ve de dramatik başka bir katman ekliyor. Bu tür bağlantılar hep Burton’ın elinin değdiğini hissettiriyor. Bilirsiniz kendisi bağımsız karakterleri tek tek değil, örümcek ağı gibi bir bütün halinde işler.

Rotwood ve kökler

İlk sezonda Wednesday'in, Bloody Mary şarkısı ile viral olan dans sahnesinden sonra Lady Gaga’nın ikinci sezonda diziye dahil olması tek kelimeyle müthiş olay. O zamanlarda (dizi çok uzun bir süre önce yayınlandığı için "o zamanlar" diye belirtmek durumundayım...) bir müzik öğretmeni olarak dahil olmasının tatlı bir detay olabileceğini ummuştum, fakat sadece konuk yıldız değil, hikâyeye yön veren bir figür olarak yazılması benim beklentimi fazlasıyla karşıladı. Dizi içerisindeki varlığı, Addamslar'ın karanlık mizahına hem popüler kültürden bir dokunuş hem de gotik cazibenin modern hali olarak resmen ışıldıyor. 👻

Gaga'ya ek olarak başlı başına bir diğer sürpriz de Rosaline Rotwood. Önce söylentilerle kulaktan kulağa yayılan bu figürün gerçek bir karakter olarak hikâyeye dahil olması, sezonun tansiyonunu bambaşka bir noktaya yükseltti. Rotwood'un Addams mirasının içerisinde çok eski bir köşeye sahip oluşu ve ana karakterimizi bu denli etkileyecek bilgiler sunması, Wednesday'in hem gelişimi hem de hayata bakış açısını yeniden konumlandırması bakımından çok değerliydi.

Sihirli Burton dokunuşu

Usta yönetmen Tim Burton’ın da esrarengiz gotik çalışmaları dizide göz dolduran bir başka unsur. Renk paletlerinin gücünden dekorların tasarımlarına kadar her şey Burton’ın uçsuz bucaksız hayal dünyasından çıkmış. Ama bu sezonun asıl farkı, Burton’ın sadece görsel değil hikâye örgüsüne de daha fazla nüfuz etmesi. Höpürtü’nün Thing bağlantısı, Tyler’ın aile bağı, Hester’ın etkileri… Bunların hepsi, Burton’ın zihninde birleştirilmiş puzzle parçaları gibi ve hikâyenin sonuna geldiğinizde gerçekten çok keyif veriyor.

Bu bağlamda sezonun olumlu yanları öne çıkıyor. Özellikle aile bağlarının merkezde oluşu, Wednesday’in bireysel serüveninden çok Addamslar'ın köklerine dalış yapmamız, izleyiciye yeni bir nefes oldu. Ve ayrıca diğer Addamslar'ın bu kadar ön planda konumlanması da benim şahsi olarak bu sezonu daha çok sevmeme sebep olan bir başka etken.

Eksiler, artılar ve sonuç

Elbette her şey gibi tabii ki kusursuz olmayan yönleri de yok değildi. Bazı bölümlerde tempo yer yer dağıldı. Wednesday’in kendi iç çatışmaları gölgede kalınca, karakterin sertliği ve bireyselliği de bazen geri planda kaldı. Ya da Enid’in aşk hayatındaki git-gelleri neredeyse biraz bayacak gibi olmuştu ama imdadımıza Agnes yetişti. Sezona şahane bir tat kattığını düşünüyorum, umarım onu daha çok izleme şansı elde edebiliriz, tabii tamamen kendi stiliyle. 

Bunun yanında tahmin ettiğimizden çok daha renkli bir sezondu. (Tam anlamıyla) Emma Myers’ı Wednesday'miş gibi ya da Jenna Ortega’yı Enid’in cıvıl cıvıl renkleri içerisinde izlemek aşırı keyifliydi.

İyisiyle kötüsüyle Wednesday'in ikinci sezonunun bu kısmı, beklentilerimizi karşılayan, sürprizleriyle mest eden ama aynı zamanda eksikleriyle de bazen kafa karıştıran bir iş oldu. Addams ailesinin bu denli ön plana çıkışı, diziye hem köklü hem de duygusal bir derinlik kattı. Lady Gaga faktörüyle popüler kültürle gotik masalın kesişimi şahane bir şekilde işlendi. Evet, bazı boşluklar vardı ama Addamslar'ın karanlık masalı yine bizi kendi karanlığına çekmeyi bir şekilde başardı.

Diğer sezonun daha çabuk gelmesi ümidiyle...

‘Wednesday’, 3. Sezon Onayını Aldı
Netflix, Jenna Ortega’nın başrolünde yer aldığı dizisi ’Wednesday’in yeni sezon onayını aldığını duyuru.
Paylaş