2025, pek çok iniş çıkışa sahne olan bir yıl olsa da, televizyon dünyası parlaklığını hiç kaybetmedi. Ekranların sunduğu hikâyeler, bazen tükenmiş doktorların endişeli ritmini, bazen ikiye bölünmüş ofis çalışanlarının tuhaf gerçekliklerini, bazen de birden fazla Delco aksanının kendine has cazibesini taşıdı.

Geri dönen yapımlar arasında Severance ve Abbott Elementary gibi diziler, sezona damgasını vuran olağanüstü bölümleriyle kendilerini yeniden kanıtlarken; The Pitt ve Task gibi yepyeni diziler kalp atışlarımızı hızlandırmayı başardı. Elbette her yıl olduğu gibi bu sezonda da hayal kırıklığı yaratan işler yok değildi, ancak televizyonun yarattığı zengin evren, güçlü örneklerle bu eksikleri kolayca unutturdu.

Hazırsanız, ekranın bu yıl bize sunduğu en iyi 10 diziye birlikte göz atalım.

Severance (Apple TV)

Ofis yaşamı ve kişisel kimlik arasındaki sınırları sorgulayan, hem karanlık mizah hem de bilimkurgu öğelerini bir araya getiren değerli drama Severance, çalışanların iş hayatında ve özel yaşamlarında farklı “benliklerini” deneyimledikleri Lumon Industries’in garip ve gizemli ortamını keşfederken, karakterlerin psikolojik ve duygusal yönlerini derinlemesine işler. Hikâye aynı zamanda monoton ofis rutinini sorgulayan ve bireylerin seçimlerinin anlamını araştıran bir bakış açısı sunuyor.

İkinci sezonla birlikte dizi, karakter gelişimini ve ilişkilerini daha da ön plana çıkardı. Ofis komedisi, bilimkurgu gerilimi, aile dramı ve imkânsız aşk temalarını harmanlayan Severance, izleyiciyi hem düşündüren hem de eğlendiren çok katmanlı bir deneyim sunuyor. Bu yönüyle dizi, yalnızca gizem ve gerilim meraklıları için değil, karakterlerin içsel yolculuklarına ilgi duyan herkes için ilgi çekici.

Task (HBO)

Mare of Easttown’ın yaratıcısı Brad Ingelsby, bu kez yedi bölümlük bir gerilimle, ve yine bolca Delco aksanıyla, bizi Philadelphia’ya götürüyor. Ancak bu defa hikâyeyi, Mark Ruffalo’nun rahiplikten FBI ajanlığına geçen karakterini, Tom Pelphrey’nin iyi yürekli suçlusunu alt etmeye çalışırken izliyoruz. Olağanüstü performanslarla güçlenen Task’ın en büyük mahareti ise hiç kuşkusuz yazımında yatıyor; zira iki adam da tarifsiz bir yasın ağırlığını taşıyor.

Ruffalo’nun Tom Brandis’i hem eşini kaybetmiş hem de evlatlık oğlunun onu merdivenlerden ittiği gerçeğiyle yüzleşiyor, Pelphrey’nin Robbie Prendergrast’ı ise kardeşinin ölümünün acısını taşıyor. Tüm bu umutsuzlukların ortasında iki baba arasında kurulan beklenmedik bağ, Task’ı sıradan bir polis geriliminden çok daha derin bir hikâyeye dönüştürüyor.

Abbott Elementary (ABC)

Dördüncü yılına girerken Quinta Brunson’ın Emmy ödüllü komedisi hâlâ türün standartlarını belirlemeye devam ediyor. Pek çok sitcom, "bir araya gelirler mi, gelmezler mi" ikilemindeki başrollerini yakınlaştırırken sendeleyip tökezler; fakat Abbott tam tersine yükselerek Janine ile Gregory’nin ilişkisinin derinleşmesine, dizinin o tatlı ve hafif tonunu feda etmeden izin veren nadir bir yapım.

Dördüncü sezon, büyük riskler alan bir Abbott izlettirdi bize; Janelle James’in vazgeçilmez Müdür Ava’sının kovulması, It’s Always Sunny in Philadelphia ile tuhaf ama nedense mükemmel bir crossover’a girişilmesi gibi tüm bu hamleler hedeflerine rahatlıkla ulaştı. Televizyonun en iyi komedi topluluklarından birine sahip olan Abbott Elementary, kamu eğitimindeki ırk ve sınıf eşitsizliğinin gerçeklerini mizah ve umut aracılığıyla işlerken hiçbir zaman ders anlatıyormuş gibi hissettirmiyor.

Alien: Earth (FX)

Noah Hawley’e herhangi bir film serisini teslim edin ve gerisini düşünmeyin. FX’te büyük övgü toplayan Fargo uyarlamasıyla o evrene yeniden hayat veren yazar ve yapımcı, bu kez Alien dünyasında özgürce dolaşma fırsatı buldu ve seriye yıllardır, hatta belki on yıllar sonra gelmiş en yeni güncellemeyi sundu. Hikâye, geleceğin Dünya’sında geçiyor; şirketler, bir sonraki yarı-insan neslini yaratmak için gereken uzaylı teknolojisi uğruna ister cyborg, ister sentetik, ister melez olsun, birbirleriyle kıyasıya mücadele ediyor.

Uzaylı örnekleri taşıyan bir gemi Dünya’ya çakıldığında ise savaş başlıyor; hem yaratıklara karşı hem de birbirlerine karşı. Başrolde melez Wendy’yi canlandıran Sydney Chandler, sentetik bilim insanı Kirsh rolündeki Timothy Olyphant ve cyborg güvenlik görevlisi Morrow’u oynayan Babou Ceesay dâhil tüm oyuncu kadrosu etkileyici performanslar sergilese de, kimse dizinin asıl yıldızı olan korkutucu göz bebekli koyunların önüne geçemiyor.

The Studio (Apple TV)

Yıllardır izlediğimiz en komik yapımlardan birini bize armağan ettiği için Sal Saperstein’a teşekkür borçluyuz. Seth Rogen’ın Apple TV dizisi, Hollywood’un perde arkasını Continental Studios yöneticisi Matt Remnick’in gözünden anlatıyor.

Dizide kendilerini canlandıran oyuncu ve yönetmenlerin oluşturduğu yıldızlar geçidi, Rogen’ın telefonunu adeta kilitliyor; bu yılki Emmy Ödülleri’nde En İyi Komedi Dizisi dâhil 23 adaylığın 13’ünü kazanmasının ardından daha şimdiden ikinci sezonda cameo kapmak isteyen ünlüler sıraya girmiş durumda The Studio için.

The Pitt (HBO Max)

Kimse gününü acil serviste geçirmek istemez, ama The Pitt o 15 saati sanki su gibi akıttı. Gerçek zamanlı ilerleyen bu tıbbi drama, Amerika’nın çökmüş sağlık sistemine ve tüm ağırlığına rağmen ayakta kalmayı başaran doktor, hemşire ve hastane çalışanlarına acımasız bir dürüstlükle bakıyor. Noah Wyle’ın Dr. "Robby" Rabinovich rolündeki olağanüstü performansı dizinin temel direği olurken, The Pitt güçlü yan rolleriyle de öne çıkıyor: Taylor Dearden, ikinci yıl asistanı Mel King’i içten bir zarafetle canlandırıyor; Katherine LaNasa, soğukkanlı baş hemşire Dana Evans rolünde büyüleyici bir güç sergiliyor; Michael Hyatt ise Robby’nin bütçe odaklı yöneticisi Gloria Underwood’a derin bir yürek katıyor.

Tüm büyük hastane dramalarında olduğu gibi The Pitt acil tıbbi krizlerle nabzımızı yükseltiyor, ama aynı zamanda şu umudu da bırakıyor: Gün gelir de yaşamla ölüm arasındaki o çizgide biz yürümek zorunda kalırsak, bunu asla tek başımıza yapmak zorunda kalmayacağız.

Andor (Disney+)

Rogue One’ın öncesini anlatan Andor, ikinci sezonunda adeta süper hız tuşuna bastı; her üç bölümde bir yılı atlayarak bizi doğrudan ilk Star Wars filminin eşiğine taşıdı. Yaratıcı Tony Gilroy’un kurduğu devasa dünyanın en net göstergesi belki de şuydu: Baş karakter Cassian Andor çoğu zaman ekrandaki en ilginç kişi bile değildi, ki Cassian fazlasıyla ilginç bir karakterdir.

Dizinin yan karakterleri, kusursuz üç bölümlük bu koşuda merkez sahneyi devraldı: Syril yaptıklarının sonuçlarıyla yüzleşti; gizli idealist Mon Mothma Senato’da harlı bir konuşma yaptı; Kleya ise mentorunu kurtarmak için onun hayatını sonlandırmayı göze aldığı cesur bir göreve çıktı. İsyanlar umutla inşa edilir, evet; ama bu isyan aynı zamanda olağanüstü bir vizyon ve kusursuz bir uygulamayla kuruldu.

Dept. Q (Netflix)

Soğuk davalar üzerine kurulu olan suç draması, gizem çözme sürecini karakter odaklı bir yaklaşımla sunar. Dizi, Edinburgh polis departmanında görev yapan huysuz ve karizmatik dedektif Morck’ü merkezine alırken, onun liderliğindeki farklı geçmişlere sahip ekip üyeleriyle birlikte karmaşık suçları çözmeye çalışmasını izleyiciye aktarır. Hikâye, yalnızca suç çözme unsurlarına değil, aynı zamanda karakterlerin içsel çatışmalarına ve geçmiş travmalarına da odaklanır.

Dizi, karanlık mizah ve sürükleyici gizem ögelerini harmanlarken, insan doğasının kırılgan yanlarını da gözler önüne seriyor. Ekip üyelerinin birbirleriyle olan ilişkileri ve birbirine destek olma çabaları, olayların dramatik ağırlığını dengeliyor ve izleyiciyi hem merak hem de empatiyle bağlıyor. Böylece Dept. Q, klasik suç dramasının ötesine geçen, hem gerilim hem de insani derinlik sunan bir yapım hâline geliyor.

Beyond the Gates (CBS)

Beyond the Gates, gündüz kuşağı drama türüne modern bir soluk getirdi. Washington D.C. yakınlarındaki seçkin bir toplulukta geçen hikâye, Dupree ailesi etrafında şekilleniyor ve aile içi çatışmalar, aşk, ihanet ve sosyal statü gibi temaları işliyor. Dizi, uzun soluklu bir anlatı sunarak karakterlerin gelişimini, ilişkilerini ve sırlarını detaylı bir şekilde izleyiciye aktarmasıyla ön plana çıkıyor.

Bu yapım, yalnızca dramatik unsurlar değil, aynı zamanda toplumsal meseleleri de gündeme taşır; aile bağları, güç dengeleri ve bireylerin toplum içindeki rolleri üzerinde durur. Karmaşık karakter dinamikleri ve sürekli değişen olay örgüsü, izleyiciye hem heyecan hem de duygusal bağ kurma fırsatı sunar.

Pluribus (Apple TV)

2025’te Alien: Earth ve It: Welcome to Derry gibi klasik seriler kaliteli TV bölümleri üretmeye devam etse de, yılın en iyi korku anlatısı; neredeyse tüm insanlığı birbirine bağlayarak sürekli mutlu bir kolektif bilinç yaratan bir virüsün ele geçirdiği Vince Gilligan’ın yeni yapımından geldi. Rhea Seehorn’un canlandırdığı Carol'ın, özgür iradesini koruyan az sayıda kişiden biri oluşu ve arkadaşları ile komşularının benzer fikirli zombilere dönüşmesini izlediğimiz pilot bölümünden alınan keyfi tarif etmek ise çok güç.

Ardından dizi bambaşka bir hâl aldı; ikinci saate gelindiğinde ton değişti ve Carol’ın bireysellik arayışı ile diğer insanlarla bağ kurma ihtiyacı arasındaki çatışma hem eğlenceli hem de duygusal bir şekile büründü. Üstelik harika hikaye ve başrol performansına ek olarak, Pluribus tıpkı Gilligan’ın Breaking Bad ve Better Call Saul dizilerinde olduğu gibi görsel olarak da etkileyici, izleyicisine adeta bir şölen sunuyor.

Kaynak: Entertainment Weekly

Paylaş